İnci Çiçeği

inci2

Florian Mühe’nin dünyasında insanlar renkli küçük noktalardan ibaretti ve Leena Sinisalo da onun sürekli takip etmek zorunda olduğu koca ekrandaki durmaksızın yanıp sönen yüzlerce mavi noktadan biriydi. Finlandiyalı genç kızın siyasal bilimler alanında yüksek lisans yapmak için Otto-Suhr Enstitüsü’ne kayıt olmasının üzerinden iki sene geçmişti. Finlandiya, Kalmar İttifakı’na katılma kararı aldığından beri Birlik’in radarındaydı ve Birlik’e bağlı Desimal reklam ajansının çevrimiçi takip sistemi, Leena’yı Berlin’e adım attığından beri izlemekteydi. Siyasal bilimler okuması yetmezmiş gibi, ailesi de Kansan Uutiset’de ulusalcı yazılar yazıyordu. Tüm bunlara rağmen Leena mavi kalmayı başarabilmişti.

Florian, iki yıl önce sistemine düşen ilk mesaj olan ve Leena’nın Brandenburg havalimanına iniş yaptığını ilan eden check-in paylaşımını dün gibi hatırlıyordu. Onlarca beğeni kazanan ve hemen altı hafif duygusal vedalaşma iletileriyle dolan mesajda Leena, “Merhaba Berlin” diyordu.

Florian, Jägerstraße ile Friedrichstraße’nin kesiştiği köşede, eskiden koca bir alışveriş merkezi olan binanın yıkıntıları önünde sessizce beklerken “Merhaba Berlin” diye fısıldadı. Burada ne yapıyordu? Tamamen delirmiş olmalıydı. Saatini kontrol etti. Leena yaklaşık on dakika sonra gelmiş olacaktı. U-Bahn gecikmezdi. Son bir haftasını bu anı planlayarak geçirmişti ama şimdi, büyük buluşmanın on dakika öncesinde, ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.

Leena’nın her sabah güneş doğmadan Tiergarten’da koşarken sürekli dinlediği o şarkı neydi? Chris Isaak’ten “Funeral in the Rain” olabilir miydi?  Florian şarkının, yağmurlu bir cuma gecesi, muhtemelen kendisinin ölümüyle sonuçlanacak karşılaşmayı beklerkenki durumunu özetleyeceğini düşündü. Oysa her şey ne kadar da normaldi…

Leena, muhtemelen kısa sürede maviden yeşile dönerek sistemden tamamen çıkacak, özel olmayan bir öğrenciydi. Öncelikle aktif bir sosyal medya kullanıcısıydı. Sosyal medya kullanmamak, kırmızılaştırıcı etmenlerin en önemlilerindendi. Birlik, alçaktan uçan herkesin bir şeyleri sakladığını varsayardı. Leena, gittiği yerlerde check-in yapıyor, restoranları puanlıyor, fotoğraflarını paylaşıyor, alışverişlerini çoğunlukla internetten yapıyordu. Çoğu, okulunun öğrencilerinden oluşan küçük bir arkadaş grubu vardı. Hafta sonları birlikte içip dans ediyorlar, sinemaya ya da alışveriş merkezine gidiyorlardı. Kırmızı platformlarda takılmıyor, aykırı yorumlar yapmıyordu. Aslında oldukça sıradandı. Yine de onu özel kılan bir şeyler vardı. Bir şekilde Florian’ın takip ettiği yüzlercesi arasından sıyrılıp kafasında yer etmeyi başarmıştı. Florian kızda, o zamanlar kabul etmek istemediği bir çekim alanı hissetmiş olmalıydı. Artık onda gördüğünü, “sade bir yalnızlık” olarak tanımlıyordu. Fotoğraflarından, beğenilerinden, okuduğu kitaplardan, dinlediği şarkılardan ve paylaştığı anekdotlardan sezmişti bunu.

Gerçekten çözmüş müydü yoksa kendi yalnızlığını ona mı yansıtmıştı? Florian disiplinli çalışan, kendini işine adamış bir memurdu. Aslında bunun ötesinde de pek bir hayatı yoktu. Küçük bir arkadaş grubuyla yeterli miktarda sosyal aktivitede bulunuyordu ama hiç kimseyle çok samimi değildi. Tıpkı Leena gibi, yüz yıl önce yazılmış kitapları okuyup, kırk yıl önce söylenmiş şarkıları dinliyordu. Onunki sade bir yalnızlıktı. Kendini bunalımda hissetmiyordu, sevgilisi olmayışının acısını yaşamıyordu. Olaysız bir kabullenişti. Öyle bir noktadaydı ki, artık insanların onu anlamasını ya da kabul etmesini beklemiyordu. Büyük tutkuları, yüce amaçları unutmuş, yaşamak herkese standart olduğu için yaşıyordu. Leena da öyle değil miydi? Bir sosyal medya profilcisi, hedefini bu kadar iyi anlayabilir miydi? Yoksa kızdaki boşlukları kendi gerçekleriyle mi dolduruyordu… Belki de insan birini gerçekten sevdiğinde, algısı sadece paralellikleri seçiyor, uyumsuzlukları reddediyordu. Belki de Florian, Leena’nın sosyal medya profilini analiz ederken çizdiği resme âşık olmuştu. Ne değişirdi ki? Florian o sade yalnızı uzaktan severken, dinlediği şarkılara içinden eşlik ederken, gezdiği mekânları kilometrelerce uzaktan onunla birlikte gezerken, aynı kitabın aynı pasajını okurken her şey güzeldi. Bu, bir buçuk sene önceydi.

Sonra her şey bir anda değişiverdi. O çocukla tanışması, Florian’ın bugün korkunç yağmura aldırmaksızın köşe başında endişeli bekleyişine kadar uzanan süreci başlatmıştı. Neydi çocuğun adı? Florian hatırlayamadı. Leena onu ilk kez Mitte’de, küçük bir restoranda okuldan arkadaşlarıyla akşam yemeği yedikten sonra Chausseestraße’de yürürken görmüş olmalıydı. GPS verilerine göre Tacheles sanat evine yakın bir yerlerde... Florian, karşılaşmanın ayrıntılarını bilmiyordu. Leena’nın esrardan uçmuş, yarı baygın bir çocuğa yardım ettiğini sonradan öğrenmişti. Ona evini açmıştı. Kim sokakta rastgele tanıdığı, tekin olmayan bir yabancıyı evine alırdı ki… Çocuk, Florian’ın sisteminde kayıtlı değildi. O “sönük” denen ve sistemde yer almayan, daha doğrusu sistemin izlemeye değer bulmadığı kırıntılardandı. Evsizler, uyuşturucu bağımlıları ve serserilerden oluşan sönükler, sistemi tehdit edecek kadar önemli olmadıklarından, sistem de onları ortadan kaldırmak için çaba harcamayacaktı. Toplumun güçsüz bir kesiminin ötekileştirilmesi, kalanların hem ne kadar şanslı olduklarını idrak etmelerini hem de vicdanlarını rahatlatma ihtiyacı duyduklarında acıyabilecekleri bir hedef kitleye ulaşabilmelerini sağlıyordu.

Leena’nın hayatı o talihsiz karşılaşmadan sonra çok değişti. Okula daha az gitmeye, arkadaşlarıyla daha nadir görüşmeye başladı. Okuldaki başarısı hızla düştü. Daha bir ay öncesinde özgeçmişi altın düzeyine çıkartılmışken şimdi yeniden gümüşe düşmüştü. Florian, çocuğun varlığını bazı ileti ve beğenilerde hissediyordu. “Para karşılığı yapılan hiçbir şey sanat olamaz” diyordu Leena, bir sokak sanatçısının vandalizmden yargılanmasını eleştiren bir yazıyı beğeniyordu. İşgal edilmiş evler ve sönükleri destekleyen dernekler ile ilgili paylaşımlar yapıyordu.

Leena tam mora dönmemişti ama maviliğini kaybetmesi an meselesiydi. Çocuk o sıralar onun evinde mi yaşıyordu? İleti ve paylaşımlarında ondan hiç bahsetmediği için bu kısım muğlaktı. Leena’yla birlikte Florian da değişmişti. Vaktinin çoğunu, onu takibe harcamaya başlamıştı. Sürekli güvenlik kameraları kayıtlarını inceliyor; paylaşımlar, beğeniler ve check-inleri anlamlı bir hikâye oluşturacak şekilde birleştirmeye çalışıyordu. Üslerini gerekli olduğuna ikna edip, Leena’nın mesajlaşmalarına ulaşmıştı. O zamanlar kendini tüm bunların işinin bir parçası olduğuna inandırmıştı ama asıl neden, endişe olmalıydı. Onun sadece kırmızıya dönmesinden değil, yalnızlığının sona ermesinden de endişe duyuyordu. Kendini onunla vedalaşmaya hazırlamıştı ama bu veda, Leena’nın yeşil bir nokta olarak, topluma ve Birlik’e yararlı bir birey rütbesiyle mezun olmasıyla gerçekleşmeliydi. Florian’ın sisteminden çıkmalı ve bu karamsar dünyada görmezlikten gelmenin erdemini kabul eden milyonlara karışmalıydı. Onun yerine, hayatını pervasız bir çocuk uğruna harcamayı tercih etmişti.

Çocuk hakkında hiçbir bilgiye ulaşamıyordu. Sosyal medyada yoktu. Leena’nın ara sıra paylaştığı uyaksız, ölçüsüz dizelerden, şair olduğunu çıkartmıştı.

“Parmağınıza yapışmış kredi kartlarınızla

Plastik kokuyorsunuz kan ve zehir

Çek çek buradan çektikçe

Doğmadan ölüyor çocuklarınız” diye paylaşmıştı.

Florian, çocuğu sinirli ve depresif bir ergen olarak hayal etmişti. Hayattaki başarısızlıklarını, hayal kırıklıklarını sisteme ve tüm insanlığa yüklemek isteyen ama tanımladığı sorunların üstesinden gelmek için mücadele etmekten aciz, kayıp bir ruh… Leena’nın onda ne bulduğunu anlayamıyordu.

***

Leena’nın onunla bir buçuk ay süren birlikteliği, korkunç bir olayla sona erdi. Tüm gazeteler manşetten duyurmuştu.

“Kız arkadaşının evinde kendini astı!” “Sokak sanatçısının dehşet verici son gösterisi!” “Ölümünü internetten yayımladı!”

Çocuk sadece kendini öldürmemişti. Leena’nın evine kamera sistemi kurmuş ve tüm süreci internetten yayımlamıştı. Videonun başında kızarmış, odaklanamayan yarı açık gözlerini kameraya çevirip bozuk bir Türkçeyle “Gerçek özgürlük ölümdür” diyordu. Sonra bu zırvayı jiletle göğsüne kazıyıp taburenin üzerine tırmanıyor, ilmeği boynuna geçiriyordu. Gözlerini Justitia ile dalga geçercesine tişörtüyle bağlıyor, ayaklarını tabureden kurtarmadan, kana bulanmış ellerinde bir avuç para tutuyordu. Zayıf bir tekme darbesinin ardından çırpınmaya başlamasıyla da paralar etrafa saçılıyordu. Video canlı yayınlandığı için burada bitmiyordu. Kız arkadaşı eve gelip korkunç manzarayla karşılaşana, ağlamaktan bitkin bir halde polisi arayana kadar devam ediyordu. Olaydan sonra Leena darmadağın olmuştu. Sosyal medyadaki varlığı anında sona erdi.

Florian, kızın başvurduğu psikolojik destek kliniğine düzenli gittiğini biliyordu ama bunun dışında karanlıktaydı. Destek ziyaretlerinde bulunan arkadaşlarının paylaşımları yeterince bilgi sağlamıyordu. Sonrasında Leena internetten tek yönlü bir Helsinki bileti almıştı. Florian onun Berlin’den kalıcı olarak ayrıldığından emindi. Hatta onu son bir kez görebilmek için havaalanına gitmeyi bile düşünmüştü. Cesaret edemedi. Her zaman yaptığı gibi kabullenecek ve hayatına devam edecekti.

Leena Almanya’yı terk ettikten sonra da Florian onun hayatıyla ilgilenmeye devam etti. Önce okuldan ayrılmadığını, eğitimini dondurduğunu öğrendi. Sonrasında, kirasını da ödemeye devam ettiğini keşfetti. Buna rağmen, Leena dönüş biletini alana kadar kendini umutlandırmak istemedi.

Beklediği paylaşım, yaklaşık altı ay önce kızın duvarına düşmüştü “Berlin, yeniden merhaba!” Leena farklı biri olarak dönmüştü. İlk işi Birlik lobi şirketlerinden birinde ayarlanmış stajını iptal etmek oldu. Onun yerine bağımsız bir sendikada staj yapmaya başladı. Arkadaşlarını nadiren görüyor, alışveriş yapmıyordu. Modern dünyanın insan psikolojisi üzerine etkileriyle ilgili bir blog kurdu. Burada Azim’le geçen bir ayını anlattı. Azim, çocuğun adı buydu. Leena, yarı Türk yarı Alman asıllı gencin hayatının, modern dünya ve kapitalizm tarafından nasıl ezildiğini yazıyordu. Ölümünün neden önemli olduğunu anlatıyordu.

Leena’nın rengi, blog’u açtığı gün morarmıştı. Tehlikeli sularda yüzüyordu. Depresyonla Mücadele Derneği diye bir sivil toplum kuruluşuna üye oldu. Dernek, Federasyon’a yakındı ve kapitalizm karşıtı söylemleriyle biliniyordu. Leena aktivist değildi. Eylemlere katılmıyor ama tüm enerjisini sistemi eleştirmek için harcıyordu. Psikolojik destek kliniklerinde gönüllü olarak çalışmaya, mülteci kamplarını ziyaret etmeye başladı. Samimiyeti ve yaşadıkları onu bir sosyal medya fenomeni haline getirmişti. Takipçilerinin sayısı her geçen gün artıyordu. Florian, onun kırmızıya dönmesinin an meselesi olduğunu biliyordu. Tek umudu, bir süre daha pasifist kalarak, kırmızıya dönmeden yeterince ünlenmesiydi. Birlik, tanınmış figürleri ortadan kaldırma riskini göze almazdı.

Florian’ın umutlarını yok eden olay ise geçen ay gerçekleşmişti. Alexanderplatz’da son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan Birlik karşıtı gösterilerden biri sırasında, Leena da derneğin gözlemcisi olarak orada bulunuyordu. Yüzlerce gösterici, onlarca medya mensubu… Florian, katılımcıların yarısının Birlik casusu olduğundan emindi. Bu tip gösteriler, Desimal’in takip sistemi için bulunmaz birer cevherdi. Potansiyel kırmızılar deşifre ediliyor ve sisteme kaydediliyordu.

Ofis her zaman olduğundan hareketliydi. Birden, kimsenin beklemediği bir şey oldu. Canlı yayında gök gürültüsünü andıran bir patlama sesi ve anlık bir sessizlik… Sonrasında, çığlık ve iniltilerin arasından yükselen ikinci bir patlama sesi… Alexanderplatz’dan dumanlar yükseliyordu. Florian donakalmıştı. Saniyeler içinde, düşünmeden ofisi terk edip meydana yöneldi. Yarım saatte ulaşabildiği alana kargaşa ve dehşet hâkimdi. Polis ve ambulans sirenleri, ağlamaları ve acı çığlıkları bastırıyordu. Florian alana giremeden polis engeline takıldı. Güvenlik barikatları hızla oluşturulmuş, yaralılara müdahale çoktan başlamıştı. Onlarca ölü olmalıydı. Meydan kırmızıya boyanmıştı. Sis ve yanık et kokusu Florian’ın boğazını yakıyordu. Barikatın arkasından “Leena!” diye bağırdı. Sonra onu gördü. Kana bulanmış pardösüsüne, dağınık saçlarına ve gözlerindeki dehşet ifadesine rağmen yaralanmamıştı. Yerdeki kan havuzunun içinde yatan, yüzünün yarısı yanmış ve kolu parçalanmış gencecik bir oğlanı sarsıyor, Fince bir şeyler haykırıyordu. Florian yanına gitmek istemişti, onu teselli etmek ve artık güvendesin diyebilmek... “Ne acı…” diye düşündü, bunu yaptığı anda ikisinin de ölüm fermanını imzalamış olurdu. Sessizce oradan ayrıldı.

***

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, zamanında insandan geçilmeyen boş sokakları yıkıyordu. Florian, altına sığındığı yırtık brandada saatini kontrol etti. Artık, onu görmesine sadece dakikalar kalmıştı. Birazdan uygulamaya koyacağı çılgın plan, iki hafta önce şekillenmeye başlamıştı. Leena’nın, bombalama eyleminden sonra radikalleşeceğinden emindi. Zamanlaması kusursuz olmalıydı. Tek şansı olacaktı ve başarısızlık ölüm demekti. Onun, ünlü genetik bilimci İsamov’un, “Altruistik Anarşi ve Freudyen Genleri” konulu sempozyumuna katılacağını biliyordu. İsamov’un Federasyon için çalıştığına dair dedikodular vardı. Kız o zamana kadar hayatta kalsa bile toplantıdan sonra hiç şansı yoktu. En uygun zaman, toplantıya gidiş süreciydi. Leena’nın nereden nasıl geleceğini ve ne zaman nerede olacağını biliyordu. Profilcilik yetenekleri sonunda gerçekten işine yarayacaktı. Buluşma yerini ve zamanını belirlemişti. Sırada, dünyanın en büyük gücünden kaçmak için bir plan oluşturma vardı.

Terörist saldırının failleri bulunamamıştı. Birlik Federasyon’u, Federasyon da Birlik’i suçluyordu. Florian emin değildi. Birlik’in uyguladığı “dürtme” adı verilen bir yöntem vardı. Ara sıra sert bir saldırı ya da eylemle, radikalleşme potansiyeli olan gruplar kışkırtılıyor, sonrasında hem duygusal grupların acele eylem planlarıyla hata yapmaları sağlanıyor hem de tutuklamalar ve müdahaleler gerekçelendirilebiliyordu. Bu senaryodaki en büyük sıkıntı, gösteri sırasında meydanda Federasyon temsilcilerinin bulunmasıydı. Hepsi sağ kurtulmuş olsa da halkın gözünde Federasyon’un suçlanmasını zorlaştırıyordu. Ofis şefi, süreci “tam bir halkla ilişkiler felaketi” olarak tanımlıyordu. Florian’ın ise tüm düşündüğü Leena’ydı. Kız şimdiden kırmızı forumlarda takılmaya başlamıştı bile. Blog’undan, açıkça Birlik’i suçlayan zehir zemberek bir yazı paylaştı. Yüz iki kişi ölmüştü. Ölenlerin arasında Leena’nın arkadaşları da vardı. Hepsinin isimlerini verdiği, hikâyelerini anlattığı ve resimlerini yayımladığı yazıyı, “kanlarının yerde kalmayacağını” ilan ederek bitirmişti.

İşte Florian, o gün kurtarma planını uygulamaya başladı. Önce Leena’nın renginin kırmızıya dönmesini geciktirmek için bir “bekletme” emri çıkarttı. Mazereti, blog’u takip edenleri deşifre etmekti. Şimdilik işe yaramıştı. Ardından, şüphe çekmemeye çalışarak araba, para, pasaportlar gibi detayları halletti.  Bombalamayı takip eden bir hafta içinde otuz üç kırmızı ortadan kaldırılmış, yüz dört kişi de sıraya dizilmişti. Leena’nın zamanı daralıyordu. Florian ise son günlerde Opal ajanları düşünüyordu. Birlik’in seçkin ajanları şüphe çekmeden hedeflerini ortadan kaldırma konusunda uzmandı. Kimse onları göremezdi. Asla iz bırakmazlardı. Florian, kurbanlarını bir çeşit organik zehirle öldürdüklerini duymuştu. Söylentilere göre, vücuduna zerk edildiğinde kurtuluşun yoktu. Kalp krizine neden olan zehir, aynı zamanda merhametli bir silahtı. Kurbanlar ölmeden hemen önce mutlu bir anılarının halüsinasyonunu görüyorlardı. Florian, hiç mutlu anısı olmadığını düşündü. Belki de zehir onda işe yaramayacaktı…

Florian, sokağın ilerisinde ağır aksak bir figürün kendisine doğru ilerlediğini gördü. Zaman gelmişti. Onu kurtaracaktı. Kendi kendine güldü. Gerçekten de delirmişti. Ataerkil bakışın izlerini taşıyan fantastik bir hikâyedeki beyaz atlı prens miydi o şimdi? Kız da kurtarılmayı bekleyen güçsüz prenses olmalıydı. Karşısına çıktığında ne diyecekti? “Merhaba Ben Florian, yaşamak istiyorsan benimle gel.” İkisinin de muhtemelen bir haftadan fazla sağ kalamayacağını düşününce, bu Amerikanvari giriş pek anlamsızlaşıyordu. Belki de dürüst olmalıydı. “Ben Florian, iki yıldır seni gizlice takip ediyorum. Aslında Birlik için bir tehdit oluşturup oluşturmadığını anlamaya çalışıyordum ama sana âşık oldum. Bu arada muhtemelen senin gibi yüzlercesinin ölümüne neden olmuşumdur…” Herhalde ilk cümlesini bitirmeden, genç kız geçen hafta satın aldığı biber gazını Florian’ın yüzüne boşaltırdı. Aslında en iyisi, Leena’yı bayıltıp arabasına kadar taşıması olurdu.

Artık geri dönüşü yoktu, yaklaşmaya başlamıştı. Florian da sığınağından çıkıp yağmura aldırmadan ona doğru ilerlemeye başladı. Karşılaşmalarına metreler kala Leena tökezledi. Dengesini kaybettiğini fark ettiğinde Florian ona doğru fırladı. Düşmeden yakalamıştı. Onu kollarına sardığında ise bir gariplik olduğunu anladı. Leena titriyordu ama titremesi soğuktan değildi. Florian geç kalmıştı. Kollarında can vermeden önce kıkırdayan Leena, Florian’ın kulağına sessizce fısıldadı, “Kokuyu alıyor musun? İnci çiçeği kokuyor. Ne güzel…”

***

Münih’teki Çevrimiçi Takip Sistemi çalışanlarından Ulrich Donnersmarck, bilgisayarının ekranında yeni bir kırmızı nokta oluştuğunu gördü ve her iyi memurun yapması gerektiği gibi, işlem emrini onayladı.

Son

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir