Günlük

günlük2

Sevgili Günlük, biliyor musun ben gökyüzünü hiç görmedim. Annem, küçükken gördüğümü söylüyor ama ben bir türlü hatırlayamıyorum. Büyükler her gün, yok ne kadar maviydi, yok ne kadar kocamandı, her yerinde ne de güzel bulutları vardı diye anlatıyorlar. Rüzgârını, yağmurunu, kuşlarını öve öve bitiremiyorlar. Tabletlerden resimlerini gösteriyorlar. Bana sadece değişik geliyor, parlak, büyük ve korkutucu. Çok boş yer var gibi, sanki hiç dolmaz ve uzak...

Bugün Bay Peynir bana, gökyüzünün aşağı giden boruların oradan göründüğünü söyledi. Bunu kimseye anlatmadım tabii ki, annem Bay Peynir’le konuşmamı istemiyor. Küçükler beni anlamıyor, büyüklerse aşağı giden boruların tehlikeli olduğunu söylüyor. Hem güya oralar daha da soğukmuş. Bence buralar zaten hep çok soğuk. Annem diyor ki, eskiden kimi zaman sıcak kimi zaman soğuk olurmuş. Tepemizde güneş varken tabii. Ben ona, gündüzleyin sıcak geceleyin soğuk mu oluyordu dediğimde, bana gülüp mevsimleri anlatıyor. Hemen sayayım; ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış. Hepsini o zaman öğreniyorum. Çok garip zamanlarmış diye düşünüyorum. Kışın gökyüzünden yağan ve her yeri kaplayan bembeyaz, sopsoğuk karı merak ediyorum, videolardaki çocuklar gibi üzerinde yuvarlanmayı, ağzımda eritmeyi, toplar yapıp atmayı…

Bugün anneme seni gösterdim, çok sevindi. Yazdıklarımı göstermedim tabii, onlar sır… Bana, “Yeni bir en frenk olabilirsin” dedi. Eğer onu mutlu edecekse en frenk ben olmalıyım!

Bugün köstebek bozulmuş. Büyüklerin bazılarını ağlarken gördüm. Bağırıp çağıranlar da vardı. Küçüklerden kimse yoktu. Hava da iyice kötü kokmuştu, tuvaletlerin bozulduğu günkü gibi… Annem beni hemen çadıra götürdü ve sıkı sıkı sardı. Uyuyakaldım tabii… Uyandığımda köstebek yeniden çalışıyordu. Annem dedi ki, köstebek olmazsa yemek, su, hava olmazmış. Büyüyünce köstebeğe yardım etmek isterim doğrusu.

Benim en iyi arkadaşım Bay Peynir. Diğer küçükleri sevmiyorum. Hepsi hep kavga ediyor, sürekli koşturuyorlar ve çok aptallar. Okulda bugün tombalak sümüklüyü dövdü, sonra öğretmen gelip tombalağa kızdı. O hasta dedi, görmüyor musun? Baktım da sümüklü gerçekten de çok sıska görünüyor. Belki artık ona sıska demeliyim, ama o zaman sıskaya ne diyeceğim, bilemedim.

Sevgili Günlük, sana bir sırrımı anlatacağım. Bugün uyku saatinde gizlice kalkıp Bay Peynir’i aradım. Sesi aşağı giden borulardan geliyor gibiydi, ben de oraya doğru gittim. İyice aşağı sarkmama rağmen gökyüzünü göremedim ama Bay Peynir’i kapana kısılmış halde buldum. Zavallımı yine bir peynirle kandırmışlar. Neyse ki yaralanmamış. Çorbaya atmasınlar diye kapanı açıp saldım, bana teşekkür edip kaçtı. Peşinden gitmek istedim ama bazı borular çok sıcaktı, tutamadım, geri döndüm.

Annemin kırmızı kol bantlılarla gitmesini hiç sevmiyorum. Büyük işi de büyük işi… Ben anlamazmışım… Bugün yine o şişkoyla gitti. Köstebekten uzağa, iyice soğuğa gittiler. Annem keltoşla gittiğinde mutlu geliyor ama şişkoyla gittiğinde hep ağlıyor. Hep düşmüş oluyor, eli kolu morarıyor. Bay Peynir, şişkonun gözüne çatal saplamamı söylüyor, böylece annem kurtulurmuş.

Sevgili Günlük, bugün ilk kez köstebeği gördüm. Kocamandı. Meğerse tünelin ucu hepten büyükmüş. Çok büyük. Neredeyse gökyüzü kadar büyük. Büyükler bile ufacık kaldılar yanında. Kepçekulak uzun uzadıya,  köstebeğin ne yaptığını anlattı. Sanırım, çok ayıp, poposunu görüyormuşuz köstebeğin. Kafası hep ileride toprağı kazıyormuş. Poposundan da bize yiyecek, su falan veriyormuş. Tüneli de o yapıyormuş. Önce kazıyor sonra da çamurla sıvıyormuş. Çamur donunca da taşınmaya hazır oluyormuş. Kepçekulağa göre, denizin altındaymışız. Ben inanmış gibi yaptım ama inanmadım. Denizin altında olsak her tarafı su basardı. Bay Peynir de bana hak verdi. Dedi ki, büyükler bazen yalan söylermiş. Ha bir de köstebeğin göbeğinde hep yanan bir ateş varmış. Keşke köstebeğin göbeğine yakın bir yerde yaşasaydım, her gece üşümezdim.

Bugün yemekten bir tane çatal çaldım. Sonra kırmızı kol bantlılar bağırıp çağırdılar ve başka büyükleri köstebeğin orada bir yerlere götürdüler. Bıyıklı da onlarla gitti. Kocaman iri yarı bir adam bıyıklı, herkes ondan korkar. Kimse bana bir şey sormadı. Annem git deyince, hemen çadırın oraya gidip çatalı sakladım.

Bugün sümüklü okula gelmedi. Büyükler bir şeyler konuştular, sonra da bizi çadırlarımıza gönderdiler. Gizlice baktım, sümüklünün annesi ağlıyordu. Büyükler köstebeğe bir şeyler götürdü.

Artık köstebek bizden iyice uzaklaştı. Bir saat falan yürümek gerekiyor yanına gitmek için. Büyükler öyle diyor tabii. Ben tek başıma hiç yürümem köstebeğe. Yasak. Kırmızı kol bantlılar yakalarsa fena olur. Yakında taşınırız, köstebeği yakalamak için. Ben üzülüyorum aslında, burayı sevmiştim.

Burası hep kış. Kar yok bir tek. Keşke kar da olsa… Öyle üzerinde yatsam, ağzımda eritsem... Köstebek iyice uzaklaştığı için kat kat sarınıp yatıyoruz. Anneme, neden taşınmadık diye sordum bugün. Dedi ki, köstebek bir sonraki durağa gelene kadar duramazmış. O durmadan da taşınamazmışız. Ya duraklar bittiyse dedim anneme, ağlamaya başladı. Özür diledim, kafamdan öpüp sarıldı bana.

Bugün rüyamda gökyüzünü gördüm. Bay Peynir kocaman olmuştu ve kanatları vardı. Onun üzerindeydim. Uçuyorduk. Annem de oradaydı. Her türlü renk vardı. Ve de farklı kokular. Çiş kokusuyla uyandığımda yine taşındığımızı unutmuştum. Çadırın yeni yerini hiç sevmiyorum. Hem şişkonun çadırıyla yanyana hem de tuvaletlerin dibinde. Ondan korkuyorum, şişkodan yani. Herkese sürekli bağırıyor. Bana hep ufaklık diyor, saçımı okşuyor, yanağımdan makas alıyor. Annem o gelince saklanmamı söylüyor.

Bugün beni okuldan kırmızı kol bantlı büyüklerden biri aldı. Köstebeğin hemen ardındaki yeni kurumuş çamurun oraya götürdü. Bir sürü büyük de toplanmıştı, çok korktum. Çatalı mı buldular acaba yoksa Bay Peynir’le konuştuğumu mu anladılar? Annem de oradaydı. Bana endişeyle bakıyordu. Annemin yanına koşmak istedim ama beni alan büyük, kollarıma sıkıca yapışmıştı, gidemedim. Meydana geldiğimde gözlerim doldu. Çenem titremeye başladı. Ağlamak istemiyordum ama tutamıyordum kendimi. Annem hep güçlü görünmem gerektiğini söylerdi. Yapamadım. Benim gibi dört küçük daha vardı meydanda. Keşke çatalım yanımda olsaydı, dedim. Hepsine saplar, sonra annemin yanına kaçardım… Sonra pişman oldum, özür dilemek istedim, sesim çıkmadı. Konuşmaya başlasam hüngür hüngür ağlayacağımdan korktum. Bay Peynir mi ispiyonlamıştı beni, yoksa sen mi anlatmıştın Günlük?

“Köstebek yemeği olmak istemiyorum” diye bağırınca bir kahkaha patlattı bıyıklı. Yanağımı okşadı ve “Korkma küçük kız” dedi. Bugün çok özel bir günmüş. Artık benim de Federasyon’a, o neyse, hizmet etme yaşım gelmiş. Hep beraber Birlikçileri alt edecekmişiz. Ben kimseyi alt etmek istemiyorum Günlük… İleride, yaptığım fedakârlıklar hatırlanacakmış. Sonra hepimize bir video izlettiler. Annemle tabletten izlediğim çizgi filmler gibi değildi bu. Büyük ve aşırı aydınlık ve kocaman bir salonda çok ama çok yaşlı bir kadın konuşuyordu. Çok garip ve komik konuşuyordu, ben ne dediğini hiç anlamadım. Herkes çok değişik, renkli ve parlak giyinmişti. Sonra genç bir oğlan geldi, elindeki çubuk gibi bir şeyi kadına uzattı. Pat diye bir ses çıktı! Kadın sahneden düştü ve herkes çığlık atıp koşmaya başladı. Bana komik geldiği için kıkırdadım ama büyükler bana kızıp susturdular. Bir anda herkes “Çok yaşa José”, “Kahrolsun Birlik!” diye bağırdı, çok korktum. Sonra bıyıklı, tek tek erkeklerin kollarına kırmızı bantlardan taktı. Tombalak çok sevindi ve hemen büyükler gibi bağırmaya başladı. Ben de kolumu uzattım ama bana sadece güldüler ve saçımı okşadılar. Ben de hemen annemin yanına koştum. Annem ağlıyordu. Sorduğumda nedenini anlatmadı. Uzun uzun sarıldı bana. Koklaya koklaya öptü.

Sevgili Günlük, bugün okulda savaşı anlattılar. Federasyon’un ne kadar güçlü olduğunu, Birliğin ne kadar kötü olduğunu söylediler. Sonunda Federasyon, tüm Birliği öldürecek bir silah yapmış. Bir hastalıkmış bu. Şimdi yukarıdakilerin hepsi hastaymış. Ben tam anlamadım ama sanırım Federasyon da hastaymış. Herkes hastaymış yani. Sümüklü gibi. Kocaman, aşırı parlak mavi, boş gökyüzünü düşününce ben de hasta gibi oluyorum. O kadar büyük ve boş ki annemi hiç bulamıyorum. Uçup uçup bulutların arkasına bakıyorum, kimse yok... O kadar büyük yerde kim kimi bulabilir ki? Kepçekulak bizim gökyüzünün altına geri çıkacağımızı söyledi. Ben burada annemle kalsam diye düşündüm. Herkes gitse, biz ikimiz kalırız ne güzel. O zaman sıkış tepiş de olmaz. Pis pis de kokmaz. Bağırış çağırış da olmaz. Dedi ki, o gün gelinceye kadar herkes üstüne düşeni yapmalıymış. Ben de anneme mantar toplamaya karar verdim. Annem en çok yeşil, parlak olanları sever.

Sevgili Günlük, çok üzgünüm. Bugün hayatımın en kötü günü. Tombalak beni Bay Peynir’le konuşurken gördü. Arkadaşlarıyla onu yakaladılar. Yalvarsam da bırakmadılar. Bay Peynir çığlık çığlığa yardım istedi ama onu kurtarmaya gücüm yetmedi, itip düşürdüler beni. Alay ettiler. Yüzümün önünde kuyruğundan salladılar. Birini ısırdıysa da kurtulamadı ellerinden.  Bay Peynir’in yemek olacağını söylediler bana. Ben de onları öldürmeye karar verdim sevgili Günlük. Çatalımı almak için çadıra koştum, döndüğümde kimseyi bulamadım. Annemden saklanıp çok ağladım bugün ama yine de yazmak istedim. Artık tek arkadaşım sensin…

Bazen uyandığımda, Bay Peynir’in yemek olduğunu unutmuş oluyorum. Onu aramak için aşağı giden borulardan sarkıyorum, sonra hatırlayınca gözlerim doluyor. Bugün yine öyle oldu. Ama tam da bir borudan diğerine atlarken aşağıda, yasaklı odalardan birinde büyükleri fısıldaşırken gördüm. Onlar beni görmeden kaçayım derken bir de baktım annem de orada, hem de keltoşla birlikte. Ne konuştuklarını anlamadım ama keltoş “Daha fazla bekleyemeyiz” diyordu. “Artık harekete geçmeliyiz.”

Günlük, son günlerde şişko annemi daha sık götürmeye başladı. Annem o geldiğinde hep gülüyor ama aslında yalandan gülüyor. Çünkü o gittiğinde hep ağlıyor. Sonrasında keltoş geliyor yanına. Anneme sarılıyor. Kulağına bir şeyler fısıldıyor. Annem de sarılıp ağlıyor onunla… Annem keltoşu benden çok mu seviyor Günlük? Bana anlatmadığı şeyleri hep keltoşa anlatıyor. Bay Peynir, uyurken keltoşun kafasına yastıkla bastırmamı söylüyor bana. Tüm nefesleri bitene kadar kıpırdamamalıymışım. İçimden bine kadar saysam yetermiş. Sonra Bay Peynir’in yemek olduğunu hatırlıyorum.

Bazı günler yemek çok garip oluyor Günlük. Herkes üzgün üzgün, sessiz sessiz yiyor. Tadı da garip oluyor. Annem diyor ki, çoğunlukla balık ve yosunmuş yediğimiz. Başka ne var, diye sorunca söylemiyor. Hadi ye diyor, yoksa hastalanırsın. Sümüklü gibi... Hepsi çamur çorbası bana kalırsa. Bazen kumaş parçaları ya da kemik parçaları buluyorum çorbamda. Ağzımdan çıkarıp cebime sokuyorum. Bana kızarlar diye saklıyorum ve sonra aşağı giden boruların oraya atıyorum hepsini.

Sevgili Günlük, Bay Peynir bana hep bağırıyor, tombalağı neden hâlâ öldürmediğimi soruyor. Anlatamıyorum ona. Benim gücüm nasıl yetsin? Hem kocaman tombalağı hem de o pis kokulu arkadaşlarını nasıl döveyim? Bana ne, diyor, yapacaksın işte. Söz verdin, hem de büyük söz. Eğer tutmazsan kocaman olur anneni götürürüm diyor, onu aşağı giden boruların oraya, oradan da gökyüzüne götürürüm ve bir daha asla bulamazsın, diyor. Önce tombalağı öldüreceksin, sonra şişkonun gözüne çatalı saplayacaksın. O kör olduğunda anneni bulamayacak, alıp götüremeyecek. En son da keltoşun yüzünü yastıkla kapatacak, tüm nefesleri bitene kadar kıpırdamayacaksın, diyor. Anneni sevmiyor musun, beni sevmiyor musun, annen sadece seni sevsin istemiyor musun, diye sorup duruyor.

Bugün artık canıma tak etti Günlük. Okuldan sonra hızlıca çıktım, tombalağın çadırının önündeki paslı el arabalarından birinin içine girdim. Çatal elimde saklandım, üstümü de kalın battaniyeyle örttüm. Tombalak okuldan hep arkadaşlarıyla çıkardı. Arkadaşları varken ona bir şey yapamazdım. Beni çok pis döverlerdi. Ama tombalak evinin önüne yalnız gelirdi. Atlayacaktım önüne, çok ayıp, pipisine saplayacaktım çatalı. En çok orası acıtırmış, sıska öyle söylediydi geçen gün. Tombalağın geldiğini duyunca, tam battaniyeyi atacakken annesi kapıya çıktı. Sindim, çıt bile çıkaramadım. Sonra kızdı annesi ona “Nerede kaldın” dedi. Halbuki geç de kalmamıştı. Tombalağı elindeki tahta sopayla dövmeye başladı. O ağlıyor, annesi “şerefsizin oğlu” diye vuruyordu. Tombalak da okuldaki çelimsiz küçükleri döverken hep “şerefsizin oğlu” demiyor muydu? Onlar içeri geçince sessizce ayrıldım oradan. Artık tombalağı öldürmekten vazgeçtim Günlük. Üzüldüm ona. O andan sonra Bay Peynir benimle bir daha hiç konuşmadı. Eve gelip anneme sarılırken acaba tombalağın annesini de “şefersizin kızı” diye döven var mıdır diye düşündüm.

Sevgili Günlük, bu sana son yazışım çünkü kırmızı kol bantlı büyükler beni köstebeğe yemek etmeye geliyorlar. Annem kaçıp saklanmamı söyledi ama ben seninle vedalaşmadan gitmek istemedim. Bugün okuldan geldiğimde anneme sürpriz yapmak istedim. Onun sevdiği parlak yeşil mantarlardan topladım, eve geldim, anneee anneee diye seslendim ama o yoktu. Sonra onu aramaya başladım. Çatalımı da yanıma aldım, ne olur ne olmaz diye… Anneee anneee diye bağırarak aşağı giden boruların oraya gittim. Oradan sarka sarka tünelin iyice uzak, soğuk kısmına geçtim. Sonra annemi duydum, ağlıyor, bağırıyordu. Aşağı giden boruların altında, yasaklı odalardan birinde annemi gördüm. Üstünde şişko vardı. Koştum anneme doğru. Beni duyunca şişko annemin üstünden kalktı, bana döndü. Eliyle pipisini tutup “Bak senin ufaklık da gelmiş” dedi. Korkuyordum ama artık duramazdım. Mantarlar ellerimden düştü, iki elimle de sıkı sıkı çatalı tuttum. Annem “Dokunma kızıma!” diye bağırıp şişkonun boynuna sarıldığında elimdeki çatalı, çok ayıp, pipisine saplayıverdim. Acı acı bağırdı şişko. Bay Peynir’in kuyruğunu tuttuklarında bağırdığı gibi bağırdı. Ve vurdu bana. Ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim Günlük. Uçuyordum sanki. Her yer maviydi ve çok parlaktı ve kocamandı ve bomboştu ve çok korkunçtu. Gözlerimi açtığımda şişko bana doğru geliyordu, geri gitmek istedim ama arkam duvardı. O pis ellerini bana uzattığında gözlerimi yumdum. Sonra pat diye bir ses duydum, tıpkı o izlediğimiz videodaki gibiydi ama on yüz kat daha gürültülüydü. Keltoş elinde çubuk gibi bir şeyler uzatmıştı şişkoya ve şişko olduğu yere düştü kaldı. Üstüm başım kanla kırmızıya boyandı ve kafam karışıktı, korktum, ağlamaya başladım. Annem yakaladı beni. Uzun uzun sarıldı bana. Koklaya koklaya öptü. Kaç ve saklan, dedi. Bağırış ve çağırışlar onlara yaklaşıyordu. Sakın çadıra dönme, dedi. Ama çadıra döndüm sevgili Günlük, seninle vedalaşmadan ayrılamazdım. Şimdi herkes çok sinirli, herkes bağırıyor. Büyükler birbirine vuruyor. Yemek yerinin orada bıyıklıyı bağladıklarını gördüm. Her yer kırmızı. Herkes yaralı. Seni kaptığım gibi kaçtım. Aşağı giden boruların oraya geldim. İyice aşağılara gideceğim. Belki gökyüzünü de görürüm. Artık daha fazla yazamam, gitmem lazım. Bağırış çağırışlar yaklaşıyor. Elveda s

***

Bu paçavranın, çatışmanın keşmekeşinde sağ kalabilmiş olması çok şaşırtıcı. Varlığını tamamen unuttuğum günlüğün yeniden bulunduğu söylendiğinde şaşkınlık, hüzün ve özlem hissettim. Son hatırladığım, günlüğün isyan günü titrek ellerimden kayıp, kazıcının alt aksamını oluşturan boru yığınının arasında kaybolduğuydu. Oradan ters akan iç akıntılardan birine ulaşmış, beş yıl ve yüzlerce kilometre sonra beni yeniden bulmuş olmalı.

Günlüğü yeniden hatırladığımda hayallerimde beliren, tarihin şahitliğini yapmış ürkek ve masum bir yazarın kaleminden dökülen edebi eser, sayfaları çevirdikçe yerini psikopat fare arkadaşların, acımasız yakıştırmaların ve çocukluk saflığının trajikomedisine bırakınca, hislerime hafif bir utanç da eklendi. Açıkçası, dramatik olaylar dışında olup bitenin çoğunu unutmuştum. Bay Peyniri bile… Onca yaşanandan sonra bu günlüğe devam etmeye niyetim yok ama bir kapanış sunmak da boynumun borcu.

Annem ve diğerleri prototip denizaltı kazma ve tünelleme sistemi Talpa IV’ün kontrolünü Federasyon’dan alalı yıllar oldu. Gerçi onlara ne derece Federasyon diyebiliriz emin değilim. En az yüzeydeki Federasyon kadar acımasız oldukları bir gerçek ama onların asıl özellikleri, savaşın çoktan bitmiş ve tüm insanlığın yenilmiş olduğunu kabul etmemeleriydi. Kalplerinde savaşın dehşetini ve acımasızlığını taşıdılar ve burada zamanında sağ kalmak için çaresizce bu yapıya sığınan bir grup zavallının üzerine kustular. İlk ekipten kaçı öldü kaçı sağ bilmiyorum. Herkes en başta Federasyoncu muydu, askerlerin hepsi despot korku yönetimine destek verdi mi onu da bilmiyorum. Ama biz, annem ve bu uğurda ölen onlarcası, bu topluluğu insanların geçmiş günahlarından arındırdık. Artık burada Federasyon yok, Birlik yok, savaş yok. Sadece sağ kalmak için verilen bir mücadele var. Bir gün yüzey, Federasyon icadı ölümcül hastalıktan temizlendiğinde, o kocaman ve masmavi gökyüzüne ulaşacak olmanın umudu var.

Son

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *